Yayınlanma: 26 Mart 2023 23:16
Güncellenme: 21 Kasım 2024 20:18
Lüks tatil köyleri, makam araçları, konforlu hayatlar.. 7 bakanlığın bütçesini geçmiş olan geliriyle Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki çürüme ilk kez bu denli açıkça anlatıldı. 13 yıldır Diyanet'te çalışan din görevlisi Yunus Emirhan Kılıç, Diyanet'teki çürümeyi gözler önüne serdi.
Halk TV'den Sorel Dağıstanlı'nın haberinde yazılanlar doğrultusunda ilk görüşmelerinin üzerinden geçen 6 aydan sonra Kılıç yaşacaklarını göze alarak konuşmaya karar verdiğini açıkladı.
Kılıç gerekirse taksi şoförlüğü yapacağını belirterek bir çürümenin gidişatını şu sözlerle anlattı:
“Diyanet İşleri Başkanlığı, Ali Baba’nın çiftliğine döndü. Açık ve net konuşuyorum kimse kusura bakmasın. Maalesef öyle hale getirdiler ki, artık insanlar bunu söylemek zorunda kalacak yani. Ben 13 yıllık devlet memurluğumu yakma pahasına büyük bir risk alarak çıkıp bu gerçekleri Türk milletine anlatıyorum. Beyefendinin (Ali Erbaş) kızı vaize, damadı müftü, kuzeni müşavir, yeğeni müezzin vs… İslam ahlakında böyle bir kadrolaşma söz konusu olamaz. Kuzeni Neşet Bodur, şu anda bir balkan ülkesinde yüksek maaşla müşavirlik yapmaktadır. Bunlar kamuoyuna çıktı, yansıdı. Neşet bey diyor ki, “Ben tırnaklarımla geldim” yahu beyefendi siz tırnaklarınızla geldiniz de biz uçarak mı geldik. Doktor olduğunu söylüyor, uzmanlık alanı olduğunu söylüyor, gitsin üniversitede hocalık yapsın efendim. Yani 8 bin euro, 10 bin euro aylık maaş alacaksınız, Türk parasına çevirdiğiniz zaman devasa bir rakam… Bu ahlaki değil, bu yüzden kurum içeresinde çok büyük sıkıntılar var.
Kılıç, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın eşi Seher Erbaş ile ilgili kamuoyuna yansıyan ve yalanlanmayan haberlerin de kurum personeli içindeki rahatsızlığı arttırdığının da altını çizerek Seher Erbaş’ın Antalya’da, beş yıldızlı otellerdeki kurum içi eğitimlere katıldığını ifade etti “Ziyaret edecekseniz kurslarınızda istismara uğrayan çocukların ailelerini ziyaret edin”sözleriyle durumun ciddiyetini anlattı.
Kılıç sözlerine şöyle devam etti:
“Bundan evvel hiçbir Diyanet İşleri Başkanı'nın eşinden böyle bir şey duyulmadı, görülmedi. Akla hayale gelmezdi. Yani eski başkanlar, merhum Rıfat Börekçi, merhum Ahmet Hamdi Akseki, Lütfü Doğan hocalar Ömer Nasuhi Bilmenler… Bunlar Diyanet'in o zor günlerde, zor şartlarda cefasını çekti bugünküler maalesef kaymağını yiyor. Yani bedelini birileri ödedi, sefasını bugün birileri sürüyor. Hem de etik olmayacak, İslam ahlakına uygun düşmeyecek şekilde bunu yapıyorlar. Yani başkan beyin eşini ben tanımam etmem. Tahsili nedir? Ama bir resmi görevi olmadığını biliyorum.
Resmi görevi olmayan birisinin sırf diyanet işleri başkanının eşi olduğu için Diyanet görevlileri ile devamlı dolaşması, boy göstermesi, efendim çantasını polise taşıtması, Diyanetin bir vaizesinin, bir vaize hanımın kendisine özel kalem olarak tayin edilmesi… Bunlar basına çıkan haberler, hiçbir yalanlama gelmedi efendim, tekzip etsinler. Aynı şekilde İstanbul’un gözbebeği Sultanahmet Camii’ni basıp oradaki müezzini yumruklamak, karakolluk olmak bunlar hiç hoş şeyler değil.
Ben anlayamıyorum acaba devleti yöneten büyüklerimiz bunları görmüyor mu? Bu kuruma ihanettir, bu kabul edilebilecek bir şey değildir. Bakıyorsunuz oranın müezzini, Ali Erbaş’ın akrabası, Ankara’da müezzinken hakkında soruşturma açılıyor, Sinop’a sürülüyor ama ne hikmet ise İstanbul’a, Sultanahmet gibi büyük bir camiye alınıyor. Ali Erbaş’ın eşi de din görevlileri ile birlikte dolaşırlarken o müezzinle görüşmek istiyor ve orada yumruklaşma, itişme oluyor. Bunlar maalesef diyaneti toplum nezdinde çok küçük duruma düşürdüler ve hala istifa etme erdemini de göstermiyorlar.
Siyaset, Diyanet İşleri Başkanlığı’na öyle ima filan değil,
direkt müdahale ediyor. Atamalardan tutun kurum içinde yapılan soruşturmaların
üstünün örtülmesine kadar… Bir mahalle camisinin imamının, müezzininin
atanmasına kadar siyaset maalesef Diyanet’e müdahale içerisindedir. Bir
siyasi, bir camiye geleceği zaman ezanı 10 dakika geç okutur bunlar. Bir siyasi
bir camiye geleceği zaman dışarıda çıkar el pençe dururlar.”
“Kurb-i sultan ateş-i suzan yani Sultan’a yakın olanın ateşi
çetin olur. Bizim tasavvuf anlayışımızda, bizim İslam anlayışımızda devlet
adamlarında yakın durmak hoş görülmez. Siyasetin elini Diyanet’in üzerinden
çekmesi lazım çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı partiler üstü bir kurumdur. Yani
Diyanet İşleri Başkanlığı herhangi bir siyasi görüşün arka bahçesi konumuna
getirilemez. Siyasete feda edilemez. Ama maalesef bunun son yıllarda artış
göstermesinin sebebini ben kurum içerisindeki bir görevli olarak, personel
olarak yine bu kurum içinde yetişmemiş, üniversitelerden transfer edilen
akademisyenlere bağlıyorum. Çünkü bu beyefendiler, üniversitelerde öğrenci
yetiştirmesi gereken beyefendiler, kendilerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nı
adeta bir rant kapısı olarak görmüşlerdir.
Bu profesörler öyle zulümlere imza attılar ki İstanbul’un zengin semtlerindeki lojmanı güzel, nezih mahallelerdeki camiler sınav ilanına konmuyor. Prosedürü aşıyorlar. Her şeyi kılıfına uyduruyorlar. Teklif usulü atama diye bir rezalet var Diyanet İşleri Başkanlığı içerisinde. Bu şekilde hiç sınava çıkartılmadan, sınav ilanına konmadan Kadıköy’de en güzel camiler, en önemli camiler birilerine peşkeş çekildi.”