Yayınlanma: 10 Şubat 2022 17:44
Güncellenme: 21 Kasım 2024 11:12
Hatırlayın, bu arkadaşlar 2017 yılında partili cumhurbaşkanlığı sistemini milletimize anlatırken istikrar olacak diyorlardı.
‘Ayağımızdaki prangaları söküp atacağız’ öyle söylüyorlardı. Türkiye’nin şaha kalkacağını söylüyorlardı. Aradan geçen 5 yılda ne oldu? İstikrarsızlık oldu.
Ekonomiden kalkınmaya, tarımdan sanayiye, eğitimden istihdama, memleketin hayati öneme sahip konularının hiç birinde maalesef istikrar sağlanamadı.
Haklarını yemeyelim bu arkadaşların. Bu arkadaşların istikrarlı oldukları konular da var.
Mesela, liyakatsiz kadroları atamakta son derece istikrarlılar. Sergiledikleri berbat yönetim performansında acayip istikrarlılar.
Mesela gece yarılarında aldıkları yalan yanlış kararlarda müthiş istikrarlılar. Kurumlarımızı itibarsızlaştırmakta olağanüstü istikrarlılar. Tüm bu iş bilmezliğin faturasını da milletimize kesmekte inanılmaz istikrarlılar.
Eşi, dostu, yandaşı ve o 5 müteahhidi ihya ederken, milletimizi yokluğa, yoksulluğa ve umutsuzluğa mahkum etmekte fevkalade istikrarlılar. Türkiye bu istikrarsızlığı daha fazla taşıyamaz.
Partili cumhurbaşkanlığı sisteminin tetiklediği ve tarihe Erdoğan krizi olarak geçecek olan bu devlet krizini Türkiye daha fazla taşıyamaz.
Berbat politikalar, kötü beklenti yönetimi ve içine hapsedildiğimiz kur, enflasyon sarmalı içerisinde maalesef bugün ülkemiz dünyada en yüksek enflasyona sahip 5 ülkeden biri oldu. Sadece son 4 ay içerisinde Türk lirası değerinin yarısını kaybetti. Değersizleşen Türk lirası, dış ticaret açığımızı son 10 yılın en yüksek seviyesine çıkardı. Ticaret hacmimiz tarihimizin en düşük seviyesine indi. Artık aynı miktarda mal ithal etmek için daha fazla ihracat yapmak zorunda kalıyoruz. Bu ekonomik kriz ortamında Merkez Bankası o kadar itibarsızlaştırıldı ki, politika faiziyle piyasa faizleri arasındaki bağ tamamen koptu. Hatta Hazine ve Maliye Bakanı, yurt dışındaki yatırımcılarla yapacağı toplantılara Merkez Bankası yetkililerini dahil bile etmedi.
Planlama ve risk analizi kavramlarına düşman bu yönetim anlayışı nedeniyle sanayicilerimiz günlerce elektriksiz ve doğalgazsız kaldı. Uygulanan akıl dışı politikalarla özel sektör istihdam sağlayamaz oldu.
Kayıt dışı istihdam artarken, arkadaşların yaptıkları zamla böbürlendiği asgari ücret daha birinci ayın sonunda açlık sınırının altında kaldı. Bugün maalesef karşımızda yoksulluğa ve eşitsizliğe hapsedilen bir Türkiye var.
Bugün maalesef karşımızda Isparta’da kara kışta 4 gün boyunca adeta donmaya terk edilen insanlarımız, ikinci bir kira haline gelen elektrik ve doğalgaz faturalarıyla adeta haraca bağlanan iflasın eşiğindeki esnaflarımız, yağmurda çamurda ekmek kuyruklarına mahkum edilen bir büyük millet var.
2003-2020 arasındaki dönemde yani Ak Parti iktidarında küresel likidite boşluğuna ve düşük faiz ortamına rağmen Türkiye maalesef dikkate değer bir büyüme hikayesi yazamadı.
Mesela 1981-2002 arasında ülkemiz diğer gelişmekte olan ülkelere göre yılda ortalama 2.1 daha fazla büyürken bu fark 2003-2020 arasında yüzde 1’in altına indi.
Yani 1981-2002 arasındaki dönemde, yani Sayın Erdoğan ve ekibinin ateşi, tekerleği ve suyun kaldırma kuvvetini henüz icat etmedikleri o karanlık dönemde, Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırmalı büyüme performansı Ak Parti dönemine göre daha yüksekti.
Ak Parti iktidarındaki ekonomik büyüme, tasarruf açığı kapatılamadığı için, sermaye girişlerine bağımlı bir hâl aldı.
Gelen sıcak paranın, daha verimli yatırımlar yerine, inşaat sektörüne gitmesine seyirci kalındı. Kamu bankalarının bizzat kendileri, finansal istikrar için bir tehdit hâline geldi.
Kaynakların, etkin kullanılmaması sonucunda, kredi genişlemesi ile, ekonomik büyüme arasındaki ilişki zayıfladı. Yani; Hem borçlandık, hem de büyüyemedik. Yolsuzluk algısı endeksinden de görüleceği üzere, ülkemizin yatırım iklimi kötüleşti.
Çoğu şaibeli olan müşteri garantili özelleştirmeler haricinde, doğrudan yabancı yatırımlar, çok düşük seviyelerde gerçekleşti.
Tüm bu olumsuz tablonun temelleri, Ak Parti iktidarının daha ilk yıllarından itibaren atıldı.
Ve bugün ülkemizde, 2001 krizinden daha vahim bir tablo oluştu. Sayın Erdoğan her zaman olduğu gibi zamanında en çok kınadığı şeyin ta kendisi oldu.